Vekalet Sözleşmesi Uzamış Ceza Zamanaşımı Süresi

Aşağıda tam metni yer alan Yargıtay Kararı’nda vekalet sözleşmesinin tabi olduğu 5 yıllık zamanaşımı süresi dolmuş olmasına rağmen eylemin haksız fiil niteliği ve haksız fiilin aynı zamanda suç teşkil etmesi halinde uzamış ceza zamanaşımı sürelerinin uygulanacağı kuralı gereği taksirli yaralama suç için düzenlenmiş olan 8 yıllık uzamış ceza zamanaşımının uygulanacağı belirtilerek davanın süresinde açıldığına hükmedilmiştir.

Yargıtay Kararı – 13. HD., E. 2019/2955 K. 2019/10484 T. 24.10.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde taraflardan gelen olmadığından incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, 28.03.2007 tarihinde davalı hastanede diğer davalı doktor … tarafından sağ diz bölgesinden ameliyat edildiğini, ameliyat öncesinde ameliyattan 6 ay sonra futbol oynayabileceğinin söylenmesine rağmen şikeyetlerinin devam ettiğini, 2008 yılı Ağustos ayında bacağına takılan vidanın derisine yapıştığını görüp davalı doktora başvurduğunu ve 09.09.2008 tarihinde ikinci kez ameliyat edildiğini, doktorun iyi olduğunu söylemesi üzerine ertelediği yurtdışı eğitimine gittiğini, ancak orada da şikayetlerinin devam ettiğini ve eğitimi yarıda bırakıp döndüğünü, yeniden bir ameliyat olması gerektiğini öğrendiğini, davalı doktor tarafından yapılan hatalı ameliyat nedeni ile sürekli ağrı çektiğini ve genç yaşta oturarak çalıştığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 200,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminatın ilk ameliyat tarihi olan 28.03.2007 tarihinden işleyecek yasal faizi ile davalılardan müştereken ve mütesilselen tahsilini istemiştir.

Davalı … Eğitim Öğretim İşletmeleri ve … Hizmetleri A.Ş, davanın zamanaşmına uğradığını ve kusur bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiş; diğer davalı cevap vermemiştir.

Mahkemece, davanın zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, bedensel bütünlüğün zarara uğraması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararın tazmini istemine ilişkin olup; uyuşmazlık, dava tarihi itibariyle dava zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı noktasındadır. Bilindiği üzere, hukuk düzenince korunan kişisel değerlerin tamamı kişilik hakkının konusunu oluşturur. Kişisel değerler, insanın insan oluşu nedeniyle sahip olduğu vücut, …, yaşam gibi bedensel bütünlüğe bağlı değerler ile ruhsal bütünlük, faaliyet özgürlüğü gibi ruhsal değerleri kapsar.

Maddi ve manevi tazminat istemlerinin bağlı olduğu zamanaşımı süreleri ise 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 72. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.) maddesinde özel olarak düzenlenmiştir.

Tazminat ilişkisinden doğan talepler de hukuki nitelikleri itibariyle bir alacak hakkı olmakla birlikte, kanun koyucu bunları tabi oldukları zamanaşımı süresi yönünden, alacak haklarına ilişkin zamanaşımı süresini düzenleyen TBK’nın 146 ve devamı hükümlerinden ayırmıştır. Ancak, bu ayırma yalnız süreler ve bunların başlangıç anı yönünden olup, zamanaşımının durması, kesilmesi gibi konularda genel hükümler uygulanır (Eren, F.; Borçlar Hukuk Genel Hükümler, … 2017, s.852).

TBK’nın 72/1. maddesinde “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” denilerek mülga 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde olduğu gibi üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüştür.

Görüleceği üzere, kanunda düzenlenen bu üç çeşit zamanaşımı süresi, sübjektif/nispi nitelikteki iki yıllık “kısa zamanaşımı süresi”, objektif /mutlak nitelikteki on yıllık “uzun zamanaşımı süresi” ile olağanüstü nitelikteki “ceza zamanaşımı süresi”dir. Mülga BK’da zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren bir yıl olarak düzenlenen kısa süreli zamanaşımı, yeni TBK’da iki yıl olarak hüküm altına alınmıştır.

Haksız eylemden kaynaklanan tazminat davalarında, özel kanunlarda başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça uygulanacak olan zamanaşımı süreleri bu süreler olup, bunlar hem maddi hem de manevi tazminat istemi ile açılan davalar hakkında uygulanır.

TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/1.) maddesi, özellikle zamanaşımının başlangıç anını belirleyen bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Burada, uygulamada “kısa süreli zamanaşımı” olarak adlandırılan süre söz konusu olup, sürenin başlangıcı sübjektif bir koşula bağlanmıştır. Çünkü, sürenin başlaması zarar görenin zararı ve tazminat sorumlusu kişiyi öğrenmesi gibi sübjektif bir koşulun gerçekleşmesi ile mümkündür.

Mutlak nitelikteki “uzun süreli zamanaşımı”nın başlangıç tarihi ise zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Buna göre, tazminat istemi her halde eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren on yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Burada on yıllık sürenin başlangıç anı, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarih gibi objektif bir koşula bağlanmıştır. Bu noktada kısa zamanaşımı süresi ile uzun/mutlak zamanaşımı süresi arasındaki ilişkiye de değinmek gerekir. Olağan zamanaşımı süresi iki yıllık olan kısa zamanaşımı süresidir. Diğer bir anlatımla iki yıllık zamanaşımı süresi on yıllık süre ile sınırlıdır. Zarar ve zararın sorumlusu olan kişi öğrenildiği takdirde davanın kısa zamanaşımı süresi içerisinde açılması gerekir. Zarar veren eylemin işlenmesinden itibaren on yıl geçtikten sonra zarar ve zararı veren kişi öğrenilmiş olsa bile tazminat istemi, zamanaşımı def’î ile karşılaştığında reddedilir.

TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/2.) maddesinde düzenlenen üçüncü süre ise “ceza zamanaşımı süresi”dir. Zarara neden olan eylem, aynı zamanda ceza kanunları uyarınca suç teşkil eden bir eylem oluşturuyor ve bu eylem için ceza kanunlarının öngördüğü zamanaşımı süresi daha uzun bir süre ise bu takdirde uygulanacak olan zamanaşımı süresi, o suçun bağlı olduğu ceza zamanaşımı süresidir. Ceza zamanaşımı süresinin başlangıç anı da zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir.

Somut olaya gelindiğinde, zarar verici eylem 28.03.2007 tarihinde gerçekleşmiş, tazminat istemine konu bu dava mutlak zamanaşımı süresi olan on yıllık süre dolmadan 06.05.2014 tarihinde açılmıştır. İlk Derece Mahkemesince ameliyatın 28/03/2007 tarihinde yapıldığı, ikinci ameliyatın 2008 yılı Ağustos ayında gerçekleştiği ve davacının gerekli iyileşme sağlayamadığı, davanın ise 06.05.2014 tarihinde açıldığı, taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesine dayanmakta olup, eski ve yeni borçlar kanuna göre beş yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği ve süre geçtikten sonra davanın açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; 5237 Sayılı TCK’nin 66/e maddesi gereğince haksız eyleme konu taksirle yaralama suçunun tabi olduğu 8 yıllık asli ve ilave zamanaşımı süresinin dolmadığı, öte yandan davacının şikayetlerinin devam ettiğini, iyileşme olmadığını ve yeniden ameliyat olması gerektiğini ileri sürdüğü, buna göre tedavi bitmeden zararın bilinemeyeceği ve zarar öğrenilmeden zamanaşmı süresinin işlemeye başlamayacağı düşünülmeden davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davacının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenle davacının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24/10/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde lisans, Çankaya Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim dalında Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. Medeniyet Üniversitesi Tıp Hukuku bölümünde doktora yapmaktadır. Mesleğe Hâkim olarak başlayan TABAK, bir süre Elazığ ve Ankara'da hakimlik görevinde bulundu. En son, estetik operasyonlardan kaynaklı hukuki uyuşmazlıklara üst derece mahkemesi olarak bakan Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nde hakim olarak görev yapmakta iken hakimlik mesleğinden çekilerek serbest avukatlığa geçiş yaptı. Şuanda İstanbul Barosu'na kayıtlı olarak avukatlık ve arabuluculuk yapmakta, sağlık Hukuku ağırlıklı olarak avukatlık faaliyetlerini devam ettirmektedir. Detaylı Bilgi İçin Tıklayınız

Yorum yapın